Afrika’yla Avrupa Arasındaki Köprü “Fas”

Afrika’yla Avrupa Arasındaki Köprü ​

Pazar sabahı, pencereden süzülen ışık huzmesiyle uyanırsınız. Kahvaltıdan sonra karşıya geçmek için vapura atlarsınız. Varılacak yer, yolculuğa başlanılan yerin kırk beş dakikalık uzağındadır. Yol uzunca olsa da yolculuk, buraları bilip seyahate tek başına çıkanlar için yalnız geçmez. Geçmez, çünkü engin maviliğe bakıp Tanca’yı alan ve okyanus kıyılarına varınca çaresizlik karşısında duyduğu o büyük üzüntüyü sözlerine yansıtan Ukbe bin Nâfî (r. anh.) Hazretleri’ni hatırlarsınız:

“Rabbim! Eğer deniz engel olmasaydı, küffarla savaşmak için Zülkarneyn’in (a.s.) yaptığı gibi nice ülkeler fethederdim.

Üzüntünüz uzun sürmez. Güneşin engin maviliği bir yangın yerine çevirmesi, bu sefer size başka birini hatırlatır: Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad’ı. Evet, sanki maviliği sarıya boyayan güneş değil, büyük komutan Tarık bin Ziyad’ın fetih uğruna yaktığı gemilerin ateşi. Bedenlerin bir yerde bulunmayışı, o kimselerin orada olmayışı anlamına gelmediği gibi, bu iki büyük insan size eşlik eder, Cebelitarık Boğazı’nı aşar, nihayetinde kendinizi bir başka kıta, bir başka ülkede bulursunuz. Yola çıktığınız yer Avrupa, şimdi ulaştığınız yer, bir zamanların Endülüs’ü olan İspanya’ydı. Geldiğiniz kıta Afrika, ülke ise bir yanı okyanusa, diğer yanı boğaza bakan Fas’tır.

Afrika’yla Avrupa Arasındaki Köprü-2

Kilit Noktası

Fas’a geldiniz, bir diğer adıyla Mağrib’e. Etrafınıza baktığınızda, üzerinde durduğunuz zeminin ne kadar önemli olduğu ilk anda anlaşılmayabilir. Ama burası, tahminlerin de ötesinde mühim bir yerdir. Afrika ile Avrupa arasındaki serhat memleketi, deyim yerindeyse Avrupa’ya geçişin kilit noktasıdır. Yine buraların dününü yani tarihini bilen, kendini görünmez, ulvi bir çınarın altında gölgelendiğini hissedebilir. Çünkü bu topraklar, sayesinde/gölgesine sığınan sayısız insana ev sahipliği yapar. Mağrib’in eski topluluğu Berberiler, önce İslam’ın gönülleri ferahlatan rüzgârları ile gelen Araplara kucak açarlar. Sonrasında Gırnata’nın düşmesiyle Endülüslüleri içlerine alırlar. Seneler içinde tanış olup güzel münasebetler, ilişkiler kurarlar. Aynı toprakta asırlara uzanan dostlukları sayesinde bugün buraların bir kültür coğrafyası halini alması boşa değildir.

Şehirlerinde, köylerinde, çöllerinde biraz kulak verirseniz çevrenize, kültürün ve medeniyetin yoğun hissedildiği bu coğrafyada farklı dillerin tınısı da gelir kulaklara. Berberice konuşan yerli halk, İslamiyet ile müşerref olmalarıyla beraber Arapçayı giderek benimser. İnsanların dini daha iyi anlama arzuları ve Doğu’dan gelen âlimlerin Arapça dersleri, bölgede Arapçanın yaygınlaşmasını hızlandırır. Yaygın olarak kullanılan Arapçayla birlikte bölgenin ilk sakinlerinin dili olan Berberice de günümüzde hâlâ konuşuluyor. Bunların yanında, bölgelere göre değişiklik gösterse de Fransızca ve İspanyolca da Fas’ın çok konuşulan dilleri arasında. Şaşırmazsınız buna. Bilirsiniz ki her sömürgeci devlet gibi Fransa ve İspanya da sömürdükleri ülkelere kültürlerini ve dillerini empoze etmeyi ihmal etmez.

Berberiler, her şeye rağmen dilleri gibi kültürlerini günümüze kadar taşımışlar. Zaman içinde kültürlerini yaşatmayı devam ettiren Berberiler, genellikle ülkenin iç kesimlerindeki şehir ve köylere yerleşmişler. Bugün Fas köylerindeki Berberiler, genellikle keçi veya deve kılından yapılmış çadırlarda kalıyorlar.

Afrika’yla Avrupa Arasındaki Köprü