Şehirler, medeniyetlerin sembolleşen değerlerinin somutlaşmış hâlidir âdeta. Değerler sembolleştikçe, insan ile şehir iç içe geçer. Yani, toplumu meydana getiren insanlar, şehrin oluşumunun da tam merkezinde bulunur. Böyle olunca da ahali, şehir ile bütünleşir.
İnsanın etrafında yükselen şehirler, surlarla çevrilir, ihtişamlı kapılarla bezenir. Şehrin en görünen yerlerine inşa edilir muhteşem külliyeler. Ulaşımın merkezinde kalan cami ve medreselerin aksine saraylar, ulaşılması güç stratejik noktalara yerleştirilir. Sarayın burçlarından görünen yüksek minareler ile mütevazı evler, şehrin siluetini ortaya çıkarır.
Her medeniyette olduğu gibi Fas medeniyeti de aynı çerçevede şekillenmiş, şehirle insan burada da bir bütünlük oluşturmuş. Faslılar, yıllar içinde şehirlerini, kendi değerlerinde harmanlayarak camiler, külliyeler ve surlarla süslemiş. Böylelikle Fas şehirleri, farklı renklere bürünmüş ve renklerin dilinden konuşur olmuş.
Fas’ın orta yerinde, zamanın durmak bilmediği bir şehir: Marakeş… Ülkenin ilk başkentliğini üstlenen şehir, günümüzde unvanını kaybetmiş olsa da heybetinden bir şey eksilmemiş. Hâlâ ihtişamıyla Fas’ın en güzel şehirlerinden birisi. Güzelliğindeki ahenk ise toprağının kızıllığında; kaybolan yolların, binaların, hanelerin ve camilerin uyum içinde aynı renkte bütünleşmesinden geliyor. Burada bütün renkler susar, sadece ama sadece kızıl konuşur.
Marakeş’in iki yüzü vardır; eski ve yeni. Eski şehrin etrafı surlarla çevrilmiş ve farklı yerlerinden kapılar açılmış. Hangi kapıdan girilirse girilsin, “Kıyamet Meydanı” insanı kendine çekiyor. Çünkü Marakeş’in kalbi bu meydanda atıyor. Yılanlardan maymunlara, geleneksel elbiselerden renkli takılara, seyyar dişçilerden hikâye anlatıcılarına kadar daha sayamayacağımız birçok şey burada, bu meydanda görülüyor.
Kütübiyye Camii’nden yükselen ezan sesi, meydanın debdebesini bir anda bıçak gibi kesiyor, gözler minareye çevriliyor. Meydanın akıcı ve aceleci kimyasına rağmen, asırların yükünü üzerinde taşıyan cami dimdik ayakta, dünyanın dört bir yanından gelen insanlara selam veriyor, kendini hatırlatıyor. Hatırlatmakla kalmayıp dikdörtgen minaresiyle görenleri kendine hayran bırakıyor. Minaresi kadar caminin sadeliği de görülmeye değer güzellikte. Kütübiyye Camii de şehrin kızıl çehresini şekillendiren eserlerden biri.
Kızıl şehirde, yapılar bir renkte birleşse de insanların rengârenk dokusu, Marakeş’e farklı bir hava katar. Çöllerdeki göçebe hayattan gelenler, Berberiler, Araplar ve siyahî Afrikalılar, şehirde iç içe geçmiş vaziyette birlikte yaşarlar. Fas’ın çeşitli kültürlerini bir arada bulunduran Marakeş; insanıyla, tarihî eserleriyle, farklı lezzetleriyle Fas’ın en önemli kültür şehridir.
Şafşavan, Rif Dağları’nın eteklerine kurulmuş, Akdeniz esintilerinin hüküm sürdüğü bir şehir. 15. yüzyılda bir kale şehri olarak kurulan Şafşavan, günümüzde otantik havasıyla dünyanın her tarafından gelen ziyaretçilerine harika fotoğraf kareleri sunuyor. Fotoğrafları süsleyen şey, mavinin tüm şehri tesiri altına almış olması, huzurun ve samimiyetin resmini oluşturmasıdır. Şafşavan’da binalar, merdivenler, yollar, birbirleriyle aynı rengin dilinden konuşur. Mavilik uzadıkça uzar, yer-gök bir olur.
Buraya gelenler Şafşavan’ın sadece maviliğin güzel ve şirin gülümseyişini görürler. Ama kimse bilmez, bu güler yüzlülüğün ardındaki hüzünlü hikâyesini.
Merinîler’den sonra Müslümanlar Endülüs’te çok zayıfladı. Ardından Gırnata Sultanlığı’nın da yıkılmasıyla yarımadadaki Müslümanlar, kuvvetini tamamen kaybetti. Bunun üzerine İspanya, bölgenin Müslümanlarına da baskılar yapmaya başladı. Baskılardan kurtulmanın yolu Fas’tan geçiyordu. Şafşavan’a ilk yerleşenlerden biri de Endülüs Müslümanları oldu. Dağın eteğinde, stratejik bir noktada bulunan bu şehir, 1920’de İspanya’nın işgaline kadar yabancılara kapalıydı. Hatta açıldığı güne kadar şehre sadece üç yabancı girebildi. Tarihlerindeki hazin olaylar, onlarda böyle bir savunma mekanizmasına yol açmış olacaktı muhtemelen.
Endülüs’ün Mağrib’e taşıyıcıları tarafından şekillenen şehir, yaslandığı dağın, keçinin boynuzuna benzemesi sebebiyle “Şafşavan” diye isimlendirilmiş. Şafşavan, Berberice “çift boynuz” manasına geliyor. Şehrin insanları ise daha çok “Şavan” demeyi tercih ediyor. Ama şehrin ün alması isminden değil, maviliğinden.
Baş döndüren maviliğin sebebine gelince birçok rivayet var. Bunlardan birisi, sivrisineklerden rahatsız olan halk, onları etkisiz hâle getirmek için evlerini, kapılarını ve pencere pervazlarını maviye boyamış. Bir başka rivayet ise Yahudilerin, 15. yüzyılda şehre yerleştiğinde mavi rengi kutsal kabul etmeleri nedeniyle bu geleneği başlattığını söylüyor. Zamanla bu gelenek, bütün şehre yayılmış.
Atlas Okyanusu’nun kıyısında bir liman ve finans şehri Kazablanka… Dar sokaklarında çocukların koşuşturduğu, oyunlar oynadığı bir şehir. Burası bir Afrika toprağı olmasına rağmen, caddeleri palmiye ağaçlarıyla süslü. Bir yanda palmiyelerin yeşilliği, diğer yanda okyanusun mavisiyle seyir lezzetine doyulmayacak bir siluete sahip. Yine de saflığıyla beyaz, şehirdeki diğer renklerin önüne geçmiş durumda. Tabii bu eski şehirde geçerli. Şehrin yeni tarafında ise Fransız mimarisi etkisini gösteriyor. Her ne kadar yeninin talibi çok olsa da şehir, ismini eski şehirdeki beyaz evlerden alıyor. Şehir, Batılı dillerde “Casablanca” diye isimlendirilirken Arapçaya da “Darülbeyza” olarak çevrilmiştir. İkisi de “Beyaz ev” manasına geliyor.
Şehrin hikâyesine gelince birkaç asır geriye gitmek gerekir. Kurulduktan sonra farklı süreçlerden geçen Kazablanka, 15. yüzyılda Portekizliler tarafından bir harabeye çevrilir. Yine Portekizliler tarafından, yıkılan yere beyaz bir bina yapılır. O günden itibaren de o yere Portekizce beyaz ev anlamına gelen “Casa Branca” denmeye başlanır. Yaklaşık yüz sene sonra tekrar imar edilen şehir, yine o evin ismiyle anılır. İspanyollar da aynı ismi kendi dillerine çevirip şehre “Casa Blanca” demişler. Ve yıllar içinde şehir Kazablanka ismiyle bilinir olmuş.
İsmiyle müsemma olan şehir, Fas’ın en büyük liman kenti. Kazablanka Limanı, önceki dönemlerinde diğer şehirlerden farkı olmayan bir limanken, sömürü döneminde önemli bir statü kazanır. Liman hareketlendikçe şehir de hareketlenir, beyaz evlerin sayıları artar. Şehre ismini veren evler, etrafındaki surlarla çevrili eski şehirde kalır. Yeni yapılar ise daha çok surların dışına inşa edilir. Faslılar Kazablanka’da yaptıklarını diğer şehirlerinde de aynı şekilde tatbik etmişler. Kendi tabirleriyle “Medina” dedikleri tarihî yapıların yer aldığı eski şehirlerini hiç bozmamışlar, eskiyle yeniyi karıştırmamışlar.
Yüksek yapılardan bahsedince Kazablanka’da akla ilk İkinci Hasan Camii gelir. Kısa sürede inşa edilen bu cami, Afrika’nın en büyük camisi olmakla beraber dünyanın en yüksek ikinci minaresine sahip. Kazablanka’nın her yerinden görülebilen bu cami, Atlantik Okyanusu’nun dibinde muhteşem güzelliğiyle dalgalara meydan okuyor. Okyanus manzaralı caminin rengi de şehrin rengiyle boyalı. Çatısı ve estetik minaresi ise yeşillerle süslenmiş. Gün batımında caminin beyazlığı, akşam vaktinin kızıllığına bürünse de cami, şehir ve okyanusla olan uyumunu hiç bozmuyor.